11 Nisan 2012 Çarşamba

Sedef Kolye

Ne harika bir çarşamba günü bu böyle! Sabah sabah sanki havanın yeterince gri ve ıslak olması yetmiyormuş gibi bir de geçmişle uğraşmak zorunda kaldım. Aslında uğraşmak değil de geçmişimdeki ironikliği bir kez daha yine yeni yeniden gözlerimin önüne serdiler...

İşe geldim. Soyunup dökünüp gayet keyifli bir biçimde Starbucks'tan filtre kahvemi almaya gittim (Evet frappucinoya ben de bayılıyorum hele de bol kremalı ve çikolata soslu olanlarına ama üzgünüm diyetteyim!) Sıraya girmiş filtre kahvemi bekleyip bir yandan da muhteşem very berry muffinlerin üzerindeki beyaz ponçiklerin neyden yapıldığını keşfetmeye çalışıyorken bir arkadaşım geldi. Kızın yüzünde güller açıyor. Böyle insanlara da ayrı hayranım. Ben sabah kalkıp içimden bir gün de işe pijamalarımla gidebilirim bence diye savaş verirken insanlar nasıl böyle süslenip püsleniyorlar aklım ermiyor. Oysa lisansta hayat ne kadar da güzeldi. Sevgili eşofmanım ve ben ha bir de yağlı saçlarımı örten siyah şapkam muhteşem bir uyum ve ahenk içerisindeydik... Her neyse kız sabah sabah şakırken ben de bu düşünceler içerisindeydim ve o sırada filtre kahveme kavuşmuş olmanın verdiği mutluluk sardı dört bir yanımı. Birlikte asansöre doğru yürürken bunun eli sürekli kolyesinde. Artık üzerimde bunu sormam gerektiğine dair bir baskı hissettim... 
'Kolyen çok güzelmiş.' (not: Hayır! Güzel değildi. Hatta hiç beğenmedim! Ucundan Eros sallanan gümüş bir kolye... Düz is more demek istiyorum. Nedir yani? Orada Eros var diye biz o kolyeyi aşkla bağdaştırmak zorunda mıyız? Eserin adı eros? Ya sevgilisi aldı ya da aşkı arayan bir arkadaş ki sevgilisi olduğunu bildiğime göre aslında kolyen güzel dediğimde alacağım cevabı da biliyordum.)
Önce bir kıkırdadı.
'Ya sorma! Erhan'ın hediyesi. Canım ya 6.ay dönümümüz için almış'
Yemin ediyorum o an böyle bir gözlerim doldu böyle bir hüzünlendim...Hayır! Tabi ki eros şeklindeki kolyeyi kıskandığım için değil. Sadece o eros şeklinde de olsa bir kolyeydi... Bir kolyenin benim için neler ifade ettiğini bilemezsiniz... Tabi ki bu olay beni alıp 2 yıl önce biten ilişkime sürükledi ve kendimi birden bir flashback'in içinde buluverdim...

Bundan 2 yıl önce biten ve yaklaşık olarak 2buçuk yıl süren orta halli bir ilişkim olmuştu. Aşık mıydım? Hayır! Seviyor muydum? Evet! Ama bazen bazı şeyler yaşanır ve biter... Tıpkı doğmak ve ölmek gibi. Ya da yaprakların sonbaharda dökülüp baharda yeniden açması gibi... Neyse benim ilişkimde de inişler çıkışlar oluyordu ama yine de çevreme baktığımda normal seyrinde ilerleyen olması gerektiği gibi olan bir birliktelikti bu. Hediyeler hariç!

Osmancan (tabi ki gerçek adı değil) elektronik mühendisi olmasının yan etkilerinden olsa gerek tam bir elektronik düşkünüydü. Benim gibi 'ben vs. teknoloji' konseptli bir insana aslında baya tersti ama artık bu zıtlık mı çekti bilinmez kendimi onca yıldır bilmediğim bir teknoloji evreninin içinde buluverdim. Benim teknosa vb. mağazalar için anlayışım 'Tost makinesi alacağım' vb. bir cümle kurmadan asla oraya adım atmamaktı ama Osmancan ile her şey değişti. İlk Teknosa maceramızda sinema için bir alışveriş merkezine gitmiştik. Ben filme böyle yarım saat falan varsa bir cafeye oturup kahve içmeyi belki bir tatlı yemeyi severim ama Osmancan beni kolumdan tutup sürükleyerek Teknosa'ya sokmuştu. İçeri girince 'Eee ne alacaksın?' diye sordum çünkü tabelalardan hemen o bölüme gidip alacağı şeyi seçip çıkıp gitme niyetindeydim ama o an 'Hiç genel olarak yeni neler çıkmış bakacağım' cümlesiyle gözlerime kara bir perde inmesine engel olmadım. (Ah elbetteki perde kalın kadife kumaştandı ve üzerinde swarovski minik taşlar vardı hov hov!) Önce kendimizi bilgisayarlar bölümüne atıp yeni çıkan bilumum laptop, minibook vb. ne varsa inceledikten sonra oradan harici diskler bölümüne geçtik. En son plazmalara gelmiştik ki isyan bayraklarını çektim ve filme yetişmemiz gerektiğini söyleyerek kolundan çekiştirdim. Ama yemin ederim o gözlerindeki hüzün görülmeye değerdi! Resmen bir top havuzunda tam da eğlencenin doruklarına ulaşmışken annesi tarafından koca koca kadınlarla birlikte alışverişe götürülmeye zorlanan bir çocuk gibiydi. (not: Çocukları hala sevmiyorum!) İşte Osmancan'ın teknoloji aşkıyla böyle tanıştım. Tanışmaz olaydım! Allah benim bin türlü halimi vereydi de gözlerim görmez olaydı!

İnsanlar sevgililerinden özel günlerde hediyeler beklerler. En azından ben beklerim valla yani beklerdim yani hani hediye konseptinden soğutulmadan önce... Osmancan sağ olsun hediye konusunu hiç atlamazdı. Her doğum günü, sevgililer günü, yılbaşı, 1./2./6. ay dönümü... Hepsinde mutlaka beni bir yerlere götürür ve hediye alırdı. Alırdı almasına da... Bir gün de göğsümü gere gere sevgilimin aldığı hediye bu diyip takıp giyip bilmem ne yapıp gezemedim. Neden? Çünkü adam bir tane normal hediye aldı mı bana? Almadı! Çevremdekiler hep 'Ya niye öyle diyorsun ama ne güzel işe yarar şeyler almış hep' diyorlar da o öyle değil işte. İnsan kendisini robot gibi hissetmeye başlıyor (şimdilerin ÇelikNaz'ı bendim belki de bilemeyiz). Adamın bana aldığı hediyeler harddisk, tablet (çizim yapmaya yarar kendisi), yok microdalgaya konulunca patlayan patik... Yok! Bir tane insan gibi hediye alamadım ben. Bir de her defasında çok sevinmiş ve tam da ihtiyacım olan şey oymuş gibi davranmak zorunda olmak yok mu? İşte orada nice oscarlar almayı hak etmiş bir yiğittim ben aslında! İşte ben artık hediye konseptinden iyice soğumuştum ki o gün gelip çattı... Kutlayacağımız 2. sevgililer günü... Normalde sevgililer gününe karşıyım yani öyle hediye almak falan çok manalı değil ama madem herkes yapıyor bana ne! Ben de hediyemi isterim arkadaş! O gün Osmancan'la birlikte güzel bir yere yemeğe gittik. Önümüzde harika bir yemek karşımızda muhteşem bir manzara ve tam da o an Osmancan'ın cebinden bir kutu çıktı. Ellerimin buz kesip titremesine engel olamadan yüzüne bakıyordum. O ise oldukça rahattı ve gülümsüyordu.
'Bu senin için hayatım. Bana seni hatırlattı.' diyerek kutuyu bana uzattı. Böyle dediğinde tabi ki içimden ellerini kavuşturup dizlerinin üzerine çökmüş ve dolu dolu gözlerle 'Yohksağğ yohksağğ' diyerek iç çeken Yang birden buharlaşıp gitti. Fakat yine de bu kutuyu açarken parmaklarım titriyordu. Çünkü o hayallerimde yaşattığım tek taş olmasa da bir yüzük bir kolye bir bişeydi yani o benim aldığım ilk normal hediyeydi. Kutuyu açtığımda bildiğin dikdörtgen şeklinde sedef bir kolye duruyordu. Göz yaşlarım akmasın diye bir kaç kez burnumu çekmek zorunda kaldım. Normalde dönüp bakmayacağım sıradanlıkta olan kolye beni o an dünyanın en mutlu insanı yapmıştı. Osmancan ise gözlerindeki mutlulukla beni süzüyordu. Ne diyeceğimi bilemiyordum.
'Çok...Çok beğendim çok teşekkürler' diyebildim titreyen sesimle. O ise gülümseyerek uzandı ve elimi tuttu ve bana 'Hepsi bu kadar değil. O sıradan bir kolye değil' dedi. İşte o an gözlerimdeki korku dolu ifadeyle onun yüzüne baktım. İçimden inşallah böyle eski kalpli kolyeler gibi açılan bir kolyedir ve içine resim falan konuyordur diye geçiriyordum. Ona bile katlanabilirdim o an... Ve duymaya hazır olmadığım ve asla olamayacağım o cümleyi duydum.
'O aslında bir flash disk!' dedi ve mutlulukla sanki dünyanın en şahane buluşuymuşçasına kolyeyi elimden aldı ve altından o flash disk kısmını çıkardı. Allah belanı versin Osmancan! Allah belanı verseydi de o an beni mutluluktan havalara uçuran sıradan sedef taşlı kolyenin flash disk olduğunu söyleyen dilin tutulsaydı. O an taş kesildim... Ve yine bir kez daha nice Hollywood oyuncularına taş çıkaran yeteneğimle hayatımda gördüğüm en olağan dışı şeymişçesine bir mutluluk krizine girme rolümü başarıyla tamamladım!

P.S.: Aslında hepsi benim suçumdu! Çıkmaya başladığımızın ilk haftasında bana bir buket gülle gelen Osmancan'a 'Bu ne yeaaöö ben gül sevmem ki! Bir daha sakın bana gül alma! Ayrıca elimde de taşımam onu. İstersen kendin taşı ya da çöpe at sen bilirsin!' demeyecektim bunları diyerek çocoomun içinde yatan gizli romantiği öldürmeyecektim!




























Hiç yorum yok:

Yorum Gönder